Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

(bir şeyi etmek yapmak)

  • 1 etmek yapmak

    1) шIэн/ щIэн (ешIэ/ ещIэ)
    2) (bir şeyi etmek yapmak) шIын/щIын (ешIы/ ещI)

    Турецко-адыгский словарь > etmek yapmak

  • 2 botch

    bir seyi kötü yapmak, içine etmek, bastan savma onarmak, yüzüne gözüne bulastirmak,kötü yapilmis is, bastan savma yapilmis sey

    English to Turkish dictionary > botch

  • 3 merak

    merak s
    1) ( anlamak, öğrenmek isteği) Neugier(de) f, Wissbegier(de) f
    \merak etmek neugierig sein
    \meraktan aus Neugier(de)
    \merakını doyurmak seine Neugier befriedigen
    2) ( yapmak, uğraşmak isteği) Interesse nt
    3) ( heves, düşkünlük) Interesse nt, Vorliebe f
    bir şeye \merakı olmak eine Vorliebe für etw haben
    bir şeyi \merakla yapmak etw mit Vorliebe tun
    4) ( kaygı, tasa) Sorge f
    \merak etme! keine Sorge!
    \merak etmek sich Sorgen machen

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > merak

  • 4 attention

    Dictionnaire Français-Turc > attention

  • 5 hold

    tutmak; tutturmak; geride tutmak, kontrol altina almak; içine almak, almak; sahip olmak, elinde tutmak; (bir seyi) olusturmak, yapmak; belli bir durumda tutmak, belli bir pozisyonda tutmak; saymak, farz etmek, inanmak; sürmek, devam etmek,tutma, tutus; tu

    English to Turkish dictionary > hold

  • 6 main

    Dictionnaire Français-Turc > main

  • 7 rire

    I
    v i

    Cette histoire m'a fait rire. — Bu hikâye beni güldürdü.

    rire aux éclats kahkahayla gülmek
    2 s'amuser eğlenmek

    Nous avons bien ri hier soir. — Dün akşam çok eğlendik.

    3 faire qqch pour rire bir şeyi şakacıktan yapmak

    J'ai dit cela pour rire. — Şaka söyledim.

    4 rire de -(y)le alay etmek
    II
    n m
    gülme, gülüş
    fou rire makaraları koyverme

    Dictionnaire Français-Turc > rire

  • 8 делать

    yapmak,
    etmek,
    kılmak
    * * *
    несов.; сов. - сде́лать, врз
    yapmak; etmek; kılmak

    де́лать ме́бель — mobilya yapmak / çıkarmak

    де́лать заря́дку — sabah jimnastiği yapmak

    де́лать уро́ки — ders çalışmak

    де́лать сто киломе́тров в час — saatte yüz kilometre yapmak

    сде́лать шаг — bir adım atmak

    сде́лать шаг наза́д — bir adım gerilemek

    де́лать кого-л. счастли́вым — birini mesut etmek, mutlu kılmak

    сде́лать образова́ние беспла́тным — öğrenimi parasız kılmak

    э́то де́лает дальне́йшую диску́ссию невозмо́жной — bu, tartışmanın devamını imkansız kılıyor

    ты хорошо́ сде́лал, что пришёл — iyi ettin de geldin

    сде́лать кого-л., что-л. свои́м зна́менем — перен. bir şeyi kendine bayrak edinmek

    из чего́ сде́лано э́то блю́до? — bu yemeğin malzemesi nedir?

    сде́лай себе́ костю́м — (kendine) bir kostüm yaptır

    де́лать переры́в — ara vermek

    сде́лать заявле́ние для печа́ти — basına demeç vermek

    что мне де́лать? — ne yapayım? ne yapsam?

    всё равно́ сде́лаешь по-мо́ему! — gene dediğime gelirsin!

    сде́лано в Ту́рции (надпись)Türk malı

    тебе́ что, де́лать не́чего? — başka işin yok mu?

    он о́чень лю́бит де́лать пода́рки — hediye vermeyi çok sever

    Русско-турецкий словарь > делать

  • 9 ziehen

    ziehen <zieht, zog, gezogen> ['tsi:ən]
    I vt
    1) ( allgemein) çekmek (an -den); ( zerren) çekmek, sürüklemek; ( Anhänger) çekmek; ( dehnen) uzatmak;
    jdn am Ärmel \ziehen birini kolundan çekmek;
    jdn auf seine Seite \ziehen birini kendinden yana çekmek;
    etw nach sich dat \ziehen ( fig) bir şeyi peşinden sürüklemek, bir şeye yol açmak;
    alle Blicke/die Aufmerksamkeit auf sich \ziehen herkesin bakışını/dikkatini üstüne çekmek;
    etw ins Komische/Lächerliche \ziehen bir şeyi komikleştirmek/gülünçleştirmek;
    Saiten auf ein Instrument \ziehen bir çalgıya tel takmak;
    der Honig zieht Fäden bal iplik iplik oluyor
    2) (heraus\ziehen) çekip çıkarmak ( aus -den); ( Wurzeln) çıkarmak ( aus -den);
    Zigaretten \ziehen (otomattan) sigara çekmek;
    Fäden \ziehen iplikleri çekmek [o almak];
    aus dem Verkehr \ziehen ( Auto) trafik kaydını silmek(-in); ( Geld) tedavülden kaldırmak;
    einen Vorteil aus etw \ziehen dat, bir şeyden çıkar sağlamak
    3) (heran\ziehen) çekmek (an/auf -e/-e);
    das Boot ans Ufer \ziehen tekneyi kıyıya çekmek;
    mich zieht überhaupt nichts nach Schweden İsveç beni hiç çekmiyor;
    es zieht mich nach Hause/in die Ferne canım eve/uzaklara gitmek istiyor
    4) ( Linie) çekmek;
    sich dat einen Scheitel \ziehen saçını ayırmak
    5) ( Graben, Grenze) çekmek; ( Mauer, Zaun) çekmek
    6) ( Pflanzen, Tiere) yetiştirmek; ( Kerzen) yapmak
    7) math almak;
    die Wurzel aus einer Zahl \ziehen bir sayının karekökünü almak
    8) ( im Kartenspiel) çekmek
    9) fin ( Wechsel) keşide etmek;
    ein gezogener Wechsel keşide edilmiş bir poliçe
    10) ( füllen) doldurmak;
    Wein auf Flaschen \ziehen şarabı şişelere doldurmak
    II vi
    1) a. auto çekmek;
    an etw dat \ziehen bir şeyi tutup çekmek;
    das Auto/der Kamin zieht gut ( fam) araba/baca iyi çekiyor;
    er zog an seiner Pfeife piposunu tüttürdü;
    lass mich mal \ziehen ( an der Zigarette) bırak bir fırt çekeyim
    2) sein (um\ziehen) taşınmak (nach/in/auf -e); ( zu jdm) -e (zu -e);
    ich ziehe nach Aachen Aachen'e taşınıyorum;
    sie \ziehen aufs Land şehrin dışına taşınıyor
    3) sein ( gehen, wandern) gitmek (zu/nach -e/-e); ( durchqueren) geçmek ( durch -den); ( Vögel) göç etmek;
    in den Krieg \ziehen savaşa gitmek;
    die Jahre zogen ins Land aradan yıllar geçti;
    einen \ziehen lassen ( fam) ( furzen) osurmak, yellenmek
    4) ( im Spiel) sürmek, hamle yapmak;
    mit dem Turm \ziehen kaleyi sürmek
    5) ( Tee) demlenmek;
    den Tee zwei bis drei Minuten \ziehen lassen çayı iki üç dakika demlemek [o demlendirmek]
    6) ( fig) o ( fam) ( Wirkung haben) sökmek, geçmek, etki yapmak;
    das zieht bei mir nicht bu bana sökmez;
    dieser Trick zieht immer bu oyun her zaman söker
    7) ( schmerzen) sızlamak
    III vr
    sich \ziehen
    1) ( sich erstrecken) uzanmak; ( vorhanden sein) olmak;
    dieses Thema zieht sich durch das ganze Buch bu konu bütün kitap boyunca uzar gider
    2) (sich ver\ziehen) çekilmek
    3) ( fam) ( dauern) uzamak, sürmek
    IV vi unpers ( Luftzug) cereyan [o kurander] yapmak;
    es zieht! cereyan [o kurander] yapıyor!

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > ziehen

  • 10 el

    el s
    1. 1) Hand f
    \el \ele Hand in Hand
    \el çırpmak in die Hände klatschen
    bir şeye \el koymak etw beschlagnahmen [o einziehen], etw sicherstellen
    bir şeyi \el altından satmak etw unter der Hand verkaufen
    \elde etmek ( bir şeyi) erlangen/erreichen/bekommen; ( bir kimseyi) (für sich) gewinnen, erobern; ( kendi hizmetine almak) abwerben
    birini bir şey için \elde etmek jdn für etw gewinnen
    bir şeyi \elde tutmak etw besitzen
    \elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben
    \elden çıkmak abhandenkommen
    bir şeyi \ele almak ( fig) etw in die Hand nehmen, etw anpacken, etw ergreifen; ( konuyu, sorunu) behandeln
    birini/kendini \ele vermek jdn/sich verraten
    \eli ayağı yatağa bağlı olmak ( fig) o ( fam) ans Bett gefesselt sein
    \eli dar(da) olmak ( fam) knapp bei Kasse sein
    \elim kolum bağlı ( fig) o ( fam) mir sind die Hände gebunden
    \elimde değil es liegt nicht in meiner Hand, ich kann nichts dafür
    \elinde olmak/olmamak etwas/nichts dafürkönnen
    \elinden geleni yapmak sein Bestes [o Bestmögliches] tun, sein Äußerstes tun, alles Menschenmögliche tun
    \elinden gelmek können
    \elinden gelmemek nicht anders können
    \elinden gelmiyormuş gibi yapma! stell dich nicht so ungeschickt an!
    \elinden iyi iş gelmek geschickt sein
    bir şeyi \eline almak etw in [o auf] die Hand nehmen
    birinin \eline su dökemez olmak ( fig) jdm nicht das Wasser reichen können
    bir şeyde \elini çabuk tutmak ( fam) mit etw schnell bei der Hand sein
    \elini kolunu sallaya sallaya mit leeren Händen
    birinin \elini sıkmak jdm die Hand schütteln [o drücken]
    bir şeyden \elini ayağını çekmek sich zurückziehen von etw
    \elini ayağını öpeyim ich flehe dich an
    birine \elini uzatmak jdm die Hand reichen
    bir \el bir \eli yıkar, iki \el bir yüzü yıkar ( prov) eine Hand wäscht die andere
    birinci/ikinci \elden aus erster/zweiter Hand
    çek \elini! Hände weg!
    sol/sağ \el(de) linke(r) /rechte(r) Hand
    \elle tutulur gözle görülür greifbar, handgreiflich; ( çok belirgin) deutlich erkennbar
    bu \el das liegt auf der Hand
    2) ( güç) Macht f
    \elinden geleni yapmak alles tun, was in seiner Macht steht, sein Bestes geben
    \elinden gelmek können
    \elinden gelmemek nicht anders können
    3) ( iskambilde)
    iyi bir \eli olmak ein gutes Blatt (auf der Hand) haben
    2. s
    1) ( yabancı) Fremde(r) f(m)
    \el için çukur [o kuyu] kazan, kendisi içine düşer ( prov) wer andern eine Grube gräbt, fällt selbst hinein
    \el kazanıyla aş kaynatmak ( fig) sich mit fremden Federn schmücken
    2) ( ülke) Land nt; ( yurt) Heimat f
    3) ( halk) Volk nt
    4) ( reg) ( aşiret) Volksstamm m

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > el

  • 11 machen

    machen ['maxən]
    I vt
    1) ( tun) yapmak, etmek;
    eine Bemerkung \machen bir söz etmek;
    einen Spaziergang \machen gezinti yapmak, yürüyüşe çıkmak;
    er macht mir den Garten benim için bahçeyi yapıyor; ( Kräuter) ufalamak;
    ich will es kurz \machen kısa keseceğim;
    wird gemacht! yapılacak!;
    gut gemacht! iyi yaptın!;
    ein Spiel \machen maç yapmak
    das lässt sich \machen bu yapılabilir;
    was soll man \machen? ne yapalım?;
    da ist nichts zu \machen yapılacak bir şey yok;
    was \machen Sie beruflich? meslek olarak ne yapıyorsunuz?;
    was macht dein Bruder? ağabeyin [o erkek kardeşin] ne yapıyor?;
    lass mich nur \machen! bırak da ben yapayım!;
    mach's gut! ( fam) ( Abschiedsgruß) eyvallah!;
    warum lässt du das mit dir \machen? niçin bunu kendine yaptırtıyorsun?;
    er wird es nicht mehr lange \machen ( fam) ( sterben) günleri sayılı;
    nun mach schon! ( fam) ( beeilen) haydisene!;
    mach, dass du wegkommst! ( fam) çek arabanı!;
    ins Bett/in die Hose \machen ( fam) yatağa/donuna yapmak
    2) ( herstellen) yapmak; ( anfertigen) yapmak; ( Speisen) hazırlamak; ( Licht) yakmak;
    ein Foto \machen fotoğraf çekmek;
    sie ließ sich beim Friseur/von einer Freundin die Haare \machen kuaföre/kız arkadaşına saçlarını yaptırdı;
    dafür ist er wie gemacht onun için biçilmiş kaftan
    3) ( Lärm) yapmak;
    Eindruck \machen izlenim bırakmak;
    einen Fleck auf etw \machen bir şeyin üzerini leke etmek;
    macht nichts! ( fam) ziyanı yok!, fark etmez!;
    was macht das schon? bu ne fark eder ki?
    das macht mich nervös/verrückt bu beni sinir/deli ediyor;
    das Kleid macht ( sie) alt bu giysi onu ihtiyarlaştırıyor [o yaşlı gösteriyor];
    jdm etw leicht \machen birine bir şeyde kolaylık göstermek;
    jdm das Leben zur Hölle \machen birinin hayatını zehir etmek;
    Joggen macht fit jogging insanı zindeleştirir
    5) ( fam) ( kosten) tutmak;
    was macht das? bu, ne tutuyor?
    6) ( fam) ( ergeben) etmek;
    das macht zusammen 14 bunlar, birlikte 14 eder, hepsi 14 eder
    II vr
    sich \machen
    sich hübsch \machen süslenmek;
    sich lächerlich \machen maskara olmak, kendini gülünç duruma düşürmek;
    sich lustig \machen eğlenmek ( über ile), alaya almak ( über -);
    sich beliebt \machen kendini sevdirmek ( bei -e);
    sich verständlich \machen derdini anlatmak;
    \machen Sie sich's bequem! rahatınıza bakın!
    2) ( fam) ( gedeihen) büyümek
    3) ( passen)
    sich gut \machen iyi durmak
    4) ( beginnen)
    sich an die Arbeit \machen iş başı yapmak;
    sich auf den Weg \machen yola koyulmak
    \machen Sie sich nur keine Umstände wegen mir! benim yüzümden zahmet etmeyiniz!;
    sich dat falsche Hoffnungen \machen boşuna umutlanmak
    6) ( fam)
    sich dat nichts aus etw \machen bir şeyi hiç umursamamak;
    sie macht sich nichts aus Eis dondurmadan hoşlanmaz

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > machen

  • 12 halten

    halten <hält, hielt, gehalten> ['haltən]
    I vi
    1) ( anhalten) durmak; ( stehen bleiben) durmak
    2) ( festsitzen) tutmak
    3) ( widerstandsfähig sein) dayanıklı olmak, sağlam olmak;
    Sport hält jung spor insanı genç tutar
    4) ( dauern) devam etmek, sürmek; ( Stoff, Konserven) dayanmak; ( Wetter) devam etmek;
    zu jdm \halten birini tutmak
    II vt
    1) (fest\halten) tutmak;
    die Beine ins Wasser \halten bacaklarını suya tutmak;
    etw offen \halten (a. fig) bir şeyi açık tutmak;
    halt den Mund! ( fam) çeneni tut!
    2) (zurück\halten) tutmak (auf\halten); durdurmak; sport tutmak
    3) ( besitzen) sahip olmak (-e)
    4) ( Rekord, Gebiet) elinde tutmak;
    ein Land besetzt \halten bir ülkeyi işgal altında tutmak
    5) ( Versprechen) tutmak; ( Rede) yapmak; ( Unterricht) yapmak, vermek;
    sein Wort \halten sözünü tutmak, sözünde durmak;
    was man verspricht, muss man auch \halten verilen söz tutulur
    6) ( gestalten)
    das Zimmer ganz in Weiß \halten odayı bembeyaz yapmak
    7) ( erachten)
    etw/jdn für etw \halten bir şeyi/kimseyi bir şey sanmak;
    jdn für blöd \halten birini enayi yerine koymak;
    etw für gut/richtig \halten bir şeyi iyi/doğru bulmak;
    ich halte ihn für ziemlich intelligent onun oldukça zeki olduğunu sanıyorum;
    viel/nichts von jdm \halten birini gözü çok tutmak/hiç tutmamak;
    wofür \halten Sie mich? beni ne sanıyorsunuz?;
    was \halten Sie davon? buna ne diyorsunuz?
    III vr
    sich \halten
    1) ( bleiben) kalmak; ( haltbar sein) dayanmak
    2) ( sich orientieren) tutmak (an -);
    \halten Sie sich links/Richtung Norden solu/kuzey yönünü tutunuz;
    sich an die Regeln \halten kurallara uymak
    3) (fest\halten) tutunmak; (sich aufrecht \halten) kendini dik tutmak;
    sich auf den Beinen \halten kendini ayakta tutmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > halten

  • 13 führen

    führen ['fy:rən]
    I vi
    1) ( in Führung liegen); iler(i) de olmak; sport önde olmak, başta gitmek;
    X führt 1:0 ( gegen Y) X (Y'e karşı) 1:0 iler(i) de;
    mit großem Abstand \führen açık farkla önde olmak
    2) ( verlaufen) gitmek;
    diese Straße führt nach Münster bu yol Münster'e gider
    3) ( ergeben) yol açmak (zu -e), olmak (zu -);
    das führt doch zu nichts bu hiç de bir şey getirmez;
    das führt zu weit bu fazla olur
    II vt
    1) ( leiten) yönetmek; ( Mannschaft) yönetmek; ( Gruppe) rehberlik etmek (-e)
    2) ( geleiten) götürmek; ( begleiten) eşlik etmek (-e)
    3) ( Auto) sürmek, kullanmak; ( Leben) sürmek;
    sie \führen ein friedliches Miteinander kavgasız yaşıyorlar, kavgasız gürültüsüz bir arada hayat sürüyorlar
    4) ( hinbewegen) götürmek (zu/in -e/-e);
    in den Ruin \führen yıkıma yol açmak;
    etw mit sich dat \führen bir şeyi yanında taşımak
    5) ( Namen, Titel) kullanmak
    6) ( Geschäftsbücher, Tagebuch) tutmak;
    Protokoll \führen zabıt tutmak, tutanak düzenlemek
    7) ( Waren) satmak
    8) ( Gespräch) yapmak;
    Verhandlungen \führen görüşme yapmak;
    ( bei etwas) Regie \führen bir şeyin rejisini yapmak, bir şeyi yönetmek
    III vr
    sich \führen ( sich benehmen) davranışta bulunmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > führen

  • 14 ставить

    несов.; сов. - поста́вить
    1) dikmek; oturtmak; koymak

    ста́вить столб — bir direk dikmek

    ста́вить свечу́ / све́чку — тж. перен. bir mum dikmek

    ста́вить ва́зу на стол — vazoyu masaya oturtmak

    ста́вить кни́ги на по́лку — kitapları rafa sıralamak

    ста́вить кого-л. к станку́ — tezgah başına koymak

    ста́вить часовы́х — nöbetçi dikmek / koymak

    ста́вить кого-л. на коле́ни — тж. перен. birine diz çöktürmek

    их поста́вили в ряд — onlar sıraya dizdiler

    3) разг. koymak, getirmek

    кого́ поста́вим на э́ту рабо́ту? — bu işe kimi koyalım?

    его́ поста́вили дире́ктором — onu müdür koydular

    поста́вить кого-л. во главе́ организа́ции — örgütün başına geçirmek

    поста́вить кого-л. у вла́сти — iktidara / işbaşına getirmek / geçirmek

    он поста́влен на ва́жный пост — önemli bir mevkiye getirildi

    4) koymak; bırakmak

    ста́вить ве́щи на ме́сто — eşyaları yerli yerine koymak

    ста́вить что-л. на о́го́нь — ateşe koymak / sürmek / vurmak

    ста́вить маши́ну перед до́мом — arabayı evin önünde bırakmak

    поста́вить ча́йник? — çaydanlığı oturtayım mı?

    5) kurmak, tesis etmek; dikmek; yerleştirmek

    им поста́влен па́мятник — onların adına bir anıt dikilmişti

    ста́вить высоково́льтную ли́нию — bir yüksek gerilim hattı kurmak

    ме́жду дома́ми поста́вили забо́р — evlerin arasına tahta duvar çekildi

    6) koymak; vurmak; çekmek

    ста́вить компре́сс — kompres koymak

    ста́вить ба́нки — şişe / vantuz çekmek

    ста́вить запла́ты — yama vurmak

    ста́вить клеймо́ — damga vurmak

    ста́вить подкла́дку на что-л. — bir şeye astar geçirmek, bir şeyi astarlamak

    ста́вить зна́ки препина́ния — noktalama işaretlerini koymak, noktalamak

    поста́вь свою́ по́дпись и да́ту — imzanı ve tarihi koy

    каку́ю отме́тку тебе́ поста́вили? — sana ne not verdiler?

    8) ( делать ставку) ortaya koymak / sürmek; (üzerine) oynamak тж. перен.

    ста́вить не на ту ло́шадь — перен. yanlış ata oynamak

    ста́влю де́сять про́тив одного́, что... — bire karşı on ortaya koyarım ki...

    ста́вить предложе́ние на голосова́ние — öneriyi oya koymak

    э́то ста́вит нас перед сло́жной пробле́мой — bu, bizi karmaşık bir sorunla karşı karşıya getiriyor

    вопро́с до́лжен быть поста́влен ина́че — sorun başka bir biçimde ortaya konulmalıdır

    поста́вить себе́ цель... —...mayı amaç edinmek

    ста́вить усло́вие — bir koşul / şart koşmak / koymak

    жизнь ста́вит но́вые пробле́мы — hayat yeni sorunlar getiriyor

    план ста́вит перед на́ми сле́дующие зада́чи — plan bize şu görevleri yükler

    вопро́с, поста́вленный на обсужде́ние — tartışmaya sunulan sorun

    10) sahnelemek, sahneye koymak; yapmak; örgütlemek

    ста́вить "Га́млета" — "Hamlet"i sahnelemek

    фильм поста́влен по рома́ну Го́рького — filim Gorki'nin bir romanından uyarlandı

    кто поста́вил э́тот та́нец? — bu dansı kim sahneye koydu?

    ста́вить о́пыты — deneyler yapmak

    11) sokmak, düşürmek

    ста́вить кого-л. в тру́дное положе́ние — zor duruma sokmak / düşürmek

    ста́вить что-л. вне зако́на — yasa dışı etmek

    ста́вить что-л. под контро́ль — denetim altına sokmak / almak

    э́то ста́вило эконо́мику страны́ в зави́симое положе́ние — bu, ülkenin ekonomisini bağımlı bir hale getiriyordu

    12) в соч.

    что ему́ ста́вят в вину́? — onu neyle / ne yapmakla suçluyorlar?

    ••

    ста́вить часы́ — saati ayar etmek

    ста́вить реко́рд — rekor kurmak

    ста́вить что-л. вы́ше всего́ — herşeyin üstünde tutmak

    поста́вить что-л. на про́чную осно́ву — sağlam bir temele oturtmak

    поста́вить что-л. под уда́р — tehlikeye düşürmek

    он тебя́ ни во что́ не ста́вит — seni hiçe sayar

    ста́вить что-л. в пове́стку дня — gündeme getirmek

    поста́вь себя́ на на́ше ме́сто — kendini bizim yerimize koy

    поста́вь (каку́ю-нибудь) другу́ю пласти́нку — başka bir plak çal / koy

    Русско-турецкий словарь > ставить

  • 15 leisten

    leisten ['laıstən]
    vt
    1) ( tun, schaffen) yapmak; ( hervorbringen) başarmak;
    gute Arbeit \leisten iyi iş yapmak
    2) ( Motor) gücü olmak; ( Maschine) randımanı olmak, verimi olmak;
    wie viel PS leistet der Motor? motorun kaç beygir gücü var?
    3) ( Hilfe, Eid) etmek; ( Zahlung) yapmak; ( Vorschuss) vermek;
    eine Unterschrift \leisten imza atmak;
    jdm Gesellschaft \leisten birine eşlik etmek
    4) ( fam)
    sich dat etw \leisten können bir şeyi yapabilmek, paraya kıyıp kendisine bir şey alabilmek
    5) ( Frechheit) etmek; ( Fehler) yapmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > leisten

  • 16 setzen

    setzen ['zɛtsən]
    I vt
    1) koymak ( auf -e); ( Kind) oturtmak;
    etw auf die Tagesordnung/in die Zeitung \setzen bir şeyi gündeme/gazeteye koymak;
    etw an den Mund \setzen bir şeyi ağzına koymak;
    ein Kind in die Welt \setzen ( fam) dünyaya bir çocuk getirmek
    2) ( Pflanze) dikmek
    3) ( Ofen) kurmak; ( Denkmal) dikmek; ( Segel) fora etmek
    4) ( Norm) koymak; ( Frist, Termin) koymak; ( Hoffnung) bağlamak; ( Vertrauen) etmek;
    etw dat ein Ende \setzen bir şeye son vermek;
    etw dat Grenzen \setzen bir şeye sınır koymak;
    sich dat ein Ziel \setzen kendine bir hedef belirlemek
    5) typo dizmek
    6) ( Geld) yatırmak ( auf -e), koymak ( auf -e)
    7) ( fam) ( injizieren)
    sich dat eine Spritze \setzen kendine iğne yapmak
    8) gesetzt den Fall, er kommt gelecek olursa;
    gleich setzt es was! ( fam) şimdi bir tane yersin!
    II vr
    sich \setzen
    1) ( Person) oturmak;
    bitte, \setzen Sie sich! lütfen oturunuz!
    2) ( Flüssigkeit) durulmak; ( Staub) konmak (in/auf -e/üstüne); ( Geruch) sinmek (in/auf içine/üstüne)
    3) ( beginnen)
    sich an etw \setzen bir şeyin başına oturmak
    III vi
    1) ( im Spiel) (ortaya) koymak
    über etw \setzen geçmek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > setzen

  • 17 показывать

    несов.; сов. - показа́ть
    1) врз göstermek

    показа́ть ребёнка врачу́ — çocuğu doktora muayene ettirmek

    пока́зывать кому-л. го́род — birine şehri göstermek / gezdirmek

    пока́зывать фильм — filim göstermek

    пока́зывать кому-л. доро́гу — birine yolu göstermek

    пока́зывать глаза́ми что-л. — gözleriyle bir şeyi göstermek / işaret etmek

    2) ( изображать) göstermek, sergilemek, gözler önüne sermek

    а́втор пока́зывает жизнь дере́вни — yazar köyün hayatını sergiliyor / gözler önüne seriyor

    3) ( проявить) göstermek, ortaya koymak

    пока́зывать хра́брость — yiğitlik göstermek

    показа́ть своё полити́ческое лицо́ — kendi siyasi kişiliğini ortaya koymak

    4) (обнаружить, раскрыть) göstermek, sergilemek; ortaya koymak

    пока́зывать оши́бочность чего-л. — bir şeyin yanlışlığını sergilemek / gösterme

    не пока́зывать свои́х чувств — duygularını belli etmemek / dışa vurmamak

    вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)

    перегово́ры показа́ли, что... — görüşmeler... gösterdi / ortaya koydu

    кома́нда показа́ла хоро́ший футбо́л — takım iyi bir futbol çıkardı / ortaya koydu

    часы́ пока́зывали три — saat üçü gösteriyordu

    показа́ть результа́т 18 ме́тров — спорт. 18 metrelik derece yapmak

    что́бы показа́ть хоро́ший результа́т в кома́ндном зачёте... — takım tasnifinde iyi bir dereceye gitmek için...

    пока́занная им сре́дняя ско́рость — kaydettiği vasati sürat

    на стометро́вке он показа́л (результа́т) 11 секу́нд — yüz metrede 11 saniyelik derece yaptı

    я тебе́ покажу́! — разг. gösteririm / öğretirim sana!

    вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)

    7) ( давать показания) ifade vermek; tanıklık etmek

    как показа́л свиде́тель,... — tanığın verdiği ifadeye göre

    он показа́л на тебя́ — senin aleyhine tanıklık / şahadet etti

    ••

    показа́ть себя́ — kendini göstermek

    показа́ть язы́к — dil çıkarmak

    проти́вник показа́л спи́ну — düşman yüz geri etti

    Русско-турецкий словарь > показывать

  • 18 tun

    tun <tut, tat, getan> [tu:n]
    I vi, vt yapmak, etmek;
    etw aus Liebe/aus Neid \tun bir şeyi sevgiden/kıskançlıktan yapmak;
    Wichtigeres zu \tun haben, als......den önemli yapacak işi olmak;
    ich habe mein Bestes getan elimden geleni yaptım;
    ich habe noch zu \tun yapılacak daha işim var;
    damit ist es nicht getan bununla bitmedi;
    sie hat nichts zu \tun yapacak hiçbir işi yok, işi gücü yok;
    du kannst \tun und lassen, was du willst istediğini yapabilirsin;
    was kann ich für Sie \tun? sizin için ne yapabilirim?;
    wir haben getan, was wir konnten yapabileceğimizi yaptık;
    so etwas tut man nicht! böyle şey yapılmaz!;
    tu, was du nicht lassen kannst! ( fam) yapacağını yap!;
    das tut nichts zur Sache ( fam) bu olayı değiştirmez;
    meine Uhr tut (es) nicht mehr ( fam) benim saatim artık gitmiyor;
    hat er dir was getan? sana bir şey yaptı mı?;
    der Hund tut nichts ( fam) köpek bir şey yapmaz;
    tu mir doch den Gefallen und... bana bir iyilik yap da...;
    er bekam es mit der Angst zu \tun korkmaya başladı;
    nach getaner Arbeit iş bittikten sonra;
    damit habe ich nichts zu \tun bununla hiç bir ilgim yok;
    ich will mit ihm nichts mehr zu \tun haben onunla alıp vereceğim kalmadı artık;
    so \tun, als ob...... imiş gibi yapmak;
    tu doch nicht so! ( fam) numara yapma!;
    du tätest gut daran, zu schweigen susmakla iyi edersin
    II vt ( fam) ( setzen, stellen, legen) koymak;
    tu es in den Schrank! onu dolaba koy!
    III vr
    sich \tun;
    es tut sich etwas ( fam) bir şeyler oluyor

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > tun

  • 19 ضم

    I
    ضَمّ
    1. bireşim
    2. eklenti
    3. entegrasyon
    Anlamı: bütünleşme, birleşme
    4. ilhak
    Anlamı: katma, ekleme
    5. katma
    Anlamı: katmak işi, ilhak
    6. terkip
    Anlamı: birleşim, bileştirme
    7. bileşim
    II
    ضَمَّ
    1. kaplamak
    Anlamı: bir kabın, bir kılıfın, bir örtünün içine almak
    2. çatmak
    3. genellemek
    Anlamı: tamim etmek
    4. içermek
    Anlamı: kapsamak, içine almak
    5. eklemek
    Anlamı: bir şeyi ilâve ile tamamlamak, ulamak
    6. katmak
    7. kapsamak
    Anlamı: içine almak
    8. ulamak
    Anlamı: eklemek, katmak
    9. bileştirmek

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > ضم

  • 20 sırf

    bloß, nur
    \sırf meraktan aus bloßer Neugier
    bir şeyi \sırf hatır için yapmak etw aus reiner Gefälligkeit tun
    bir şeyi \sırf kötülük etmek için yapmak etw aus lauter Bosheit tun

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > sırf

См. также в других словарях:

  • yapmak — i, ar 1) Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır. Ç. Altan 2) nsz Olmasına yol açmak Durgun sular sıtma yapar. 3) nsz Yol almak 4) Onarmak, tamir etmek… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • abone etmek (veya yapmak) — bir şeyi belli bir süre için almasını sağlamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • başına dert etmek (veya açmak) — bir şeyi üzüntü konusu yapmak Giderayak başımıza yeni bir dert açmayasın! A. İlhan …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • leke etmek (veya yapmak) — (bir şeyi) lekelemek Çocuk giysisini leke etmiş …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • öncelemek — i 1) Bir şeyi önceden yapmak, geri bırakmamak, öne almak, takdim etmek 2) Tanıtmak, yönlendirmek amacıyla överek öne çıkarmak, lanse etmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • özen göstermek — bir şeyi özenerek elden geldiğince iyi olmasına gayret ederek yapmak, itina etmek Çay bitmesin diye yudum yudum içmeye büyük özen gösterirler. S. Birsel …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • İFTİAL — Bir şeyi iş edinmek. Kendiliğinden yapmak. * Arabçada beş harfli fiilin birinci babı. * Yalan düzmek, iftira etmek …   Yeni Lügat Türkçe Sözlük

  • dökmek — i, er 1) Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak İhtiyar karısı pırıl pırıl kalaylı maşrapa ile ona su dökecek. S. F. Abasıyanık 2) Belli bir yere boşaltmak Sigara tablasını dökmek. 3) Akıtmak, düşürmek… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • bağlamak — i, e 1) Bir şeyi bir yere veya bir şeye tutturmak Gemiyi iskeleye bağlamak. 2) Düğümlemek İpi ipe bağlamak. 3) i Yara ilaç koyup bezle sarmak Yarayı bağlamak. 4) i Denk yapmak, paket yapmak Yatakları bağlamak. Eşyayı bağlamak. 5) nsz Oluşmak,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • geçirmek — i 1) Geçme işini yaptırmak, geçmesini sağlamak 2) e Bir şeyi bir yandan öbür yana götürmek Kalanımızı peşine takarak Murat suyunun karşı kıyısına geçirdi. K. Bilbaşar 3) i, e Bir şeyi bir yerden başka yere taşımak, nakletmek Odanın eşyasını öbür… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • vurmak — e, ur 1) Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2) i Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»