-
1 etmek yapmak
-
2 botch
bir seyi kötü yapmak, içine etmek, bastan savma onarmak, yüzüne gözüne bulastirmak,kötü yapilmis is, bastan savma yapilmis sey -
3 merak
merak s\merak etmek neugierig sein\meraktan aus Neugier(de)\merakını doyurmak seine Neugier befriedigenbir şeye \merakı olmak eine Vorliebe für etw habenbir şeyi \merakla yapmak etw mit Vorliebe tun\merak etme! keine Sorge!\merak etmek sich Sorgen machen -
4 attention
n f1 concentration titizlik2 attention ! dikkat !◊Attention ! Tu vas tomber. — Dikkat ! Düşeceksin.
3 à l'attention de qqn ilgili kişinin dikkatine4 gentillesse ilgi [il'ɟi] -
5 hold
tutmak; tutturmak; geride tutmak, kontrol altina almak; içine almak, almak; sahip olmak, elinde tutmak; (bir seyi) olusturmak, yapmak; belli bir durumda tutmak, belli bir pozisyonda tutmak; saymak, farz etmek, inanmak; sürmek, devam etmek,tutma, tutus; tu -
6 main
n fpartie du corps el [el]♦ faire qqch à la main bir şeyi elle yapmak♦ donner la main à qqn birinin elini tutmak♦ en mains propres elden -
7 rire
Iv i1 exprimer sa joie gülmek◊Cette histoire m'a fait rire. — Bu hikâye beni güldürdü.
♦ rire aux éclats kahkahayla gülmek2 s'amuser eğlenmek◊Nous avons bien ri hier soir. — Dün akşam çok eğlendik.
3 faire qqch pour rire bir şeyi şakacıktan yapmak◊J'ai dit cela pour rire. — Şaka söyledim.
4 rire de -(y)le alay etmekIIn mgülme, gülüş♦ fou rire makaraları koyverme -
8 делать
yapmak,etmek,kılmak* * *несов.; сов. - сде́лать, врзyapmak; etmek; kılmakде́лать ме́бель — mobilya yapmak / çıkarmak
де́лать заря́дку — sabah jimnastiği yapmak
де́лать уро́ки — ders çalışmak
де́лать сто киломе́тров в час — saatte yüz kilometre yapmak
сде́лать шаг — bir adım atmak
сде́лать шаг наза́д — bir adım gerilemek
де́лать кого-л. счастли́вым — birini mesut etmek, mutlu kılmak
сде́лать образова́ние беспла́тным — öğrenimi parasız kılmak
э́то де́лает дальне́йшую диску́ссию невозмо́жной — bu, tartışmanın devamını imkansız kılıyor
ты хорошо́ сде́лал, что пришёл — iyi ettin de geldin
сде́лать кого-л., что-л. свои́м зна́менем — перен. bir şeyi kendine bayrak edinmek
из чего́ сде́лано э́то блю́до? — bu yemeğin malzemesi nedir?
сде́лай себе́ костю́м — (kendine) bir kostüm yaptır
де́лать переры́в — ara vermek
сде́лать заявле́ние для печа́ти — basına demeç vermek
что мне де́лать? — ne yapayım? ne yapsam?
всё равно́ сде́лаешь по-мо́ему! — gene dediğime gelirsin!
тебе́ что, де́лать не́чего? — başka işin yok mu?
он о́чень лю́бит де́лать пода́рки — hediye vermeyi çok sever
-
9 ziehen
ziehen <zieht, zog, gezogen> ['tsi:ən]I vt1) ( allgemein) çekmek (an -den); ( zerren) çekmek, sürüklemek; ( Anhänger) çekmek; ( dehnen) uzatmak;jdn am Ärmel \ziehen birini kolundan çekmek;jdn auf seine Seite \ziehen birini kendinden yana çekmek;alle Blicke/die Aufmerksamkeit auf sich \ziehen herkesin bakışını/dikkatini üstüne çekmek;etw ins Komische/Lächerliche \ziehen bir şeyi komikleştirmek/gülünçleştirmek;Saiten auf ein Instrument \ziehen bir çalgıya tel takmak;der Honig zieht Fäden bal iplik iplik oluyorZigaretten \ziehen (otomattan) sigara çekmek;Fäden \ziehen iplikleri çekmek [o almak];einen Vorteil aus etw \ziehen dat, bir şeyden çıkar sağlamak3) (heran\ziehen) çekmek (an/auf -e/-e);das Boot ans Ufer \ziehen tekneyi kıyıya çekmek;mich zieht überhaupt nichts nach Schweden İsveç beni hiç çekmiyor;es zieht mich nach Hause/in die Ferne canım eve/uzaklara gitmek istiyor4) ( Linie) çekmek;7) math almak;die Wurzel aus einer Zahl \ziehen bir sayının karekökünü almak8) ( im Kartenspiel) çekmekein gezogener Wechsel keşide edilmiş bir poliçeWein auf Flaschen \ziehen şarabı şişelere doldurmakII vi1) a. auto çekmek;das Auto/der Kamin zieht gut ( fam) araba/baca iyi çekiyor;er zog an seiner Pfeife piposunu tüttürdü;lass mich mal \ziehen ( an der Zigarette) bırak bir fırt çekeyimich ziehe nach Aachen Aachen'e taşınıyorum;sie \ziehen aufs Land şehrin dışına taşınıyor3) sein ( gehen, wandern) gitmek (zu/nach -e/-e); ( durchqueren) geçmek ( durch -den); ( Vögel) göç etmek;in den Krieg \ziehen savaşa gitmek;die Jahre zogen ins Land aradan yıllar geçti;4) ( im Spiel) sürmek, hamle yapmak;mit dem Turm \ziehen kaleyi sürmek5) ( Tee) demlenmek;den Tee zwei bis drei Minuten \ziehen lassen çayı iki üç dakika demlemek [o demlendirmek]das zieht bei mir nicht bu bana sökmez;dieser Trick zieht immer bu oyun her zaman söker7) ( schmerzen) sızlamakIII vrsich \ziehendieses Thema zieht sich durch das ganze Buch bu konu bütün kitap boyunca uzar gider2) (sich ver\ziehen) çekilmekes zieht! cereyan [o kurander] yapıyor! -
10 el
el s1. 1) Hand f\el \ele Hand in Hand\el çırpmak in die Hände klatschenbir şeye \el koymak etw beschlagnahmen [o einziehen], etw sicherstellenbir şeyi \el altından satmak etw unter der Hand verkaufen\elde etmek ( bir şeyi) erlangen/erreichen/bekommen; ( bir kimseyi) (für sich) gewinnen, erobern; ( kendi hizmetine almak) abwerbenbirini bir şey için \elde etmek jdn für etw gewinnenbir şeyi \elde tutmak etw besitzen\elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben\elden çıkmak abhandenkommenbir şeyi \ele almak ( fig) etw in die Hand nehmen, etw anpacken, etw ergreifen; ( konuyu, sorunu) behandelnbirini/kendini \ele vermek jdn/sich verraten\elimde değil es liegt nicht in meiner Hand, ich kann nichts dafür\elinde olmak/olmamak etwas/nichts dafürkönnen\elinden geleni yapmak sein Bestes [o Bestmögliches] tun, sein Äußerstes tun, alles Menschenmögliche tun\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können\elinden gelmiyormuş gibi yapma! stell dich nicht so ungeschickt an!\elinden iyi iş gelmek geschickt seinbir şeyi \eline almak etw in [o auf] die Hand nehmenbirinin \eline su dökemez olmak ( fig) jdm nicht das Wasser reichen könnenbir şeyde \elini çabuk tutmak ( fam) mit etw schnell bei der Hand sein\elini kolunu sallaya sallaya mit leeren Händenbirinin \elini sıkmak jdm die Hand schütteln [o drücken]bir şeyden \elini ayağını çekmek sich zurückziehen von etw\elini ayağını öpeyim ich flehe dich anbirine \elini uzatmak jdm die Hand reichenbir \el bir \eli yıkar, iki \el bir yüzü yıkar ( prov) eine Hand wäscht die anderebirinci/ikinci \elden aus erster/zweiter Handçek \elini! Hände weg!sol/sağ \el(de) linke(r) /rechte(r) Hand\elle tutulur gözle görülür greifbar, handgreiflich; ( çok belirgin) deutlich erkennbarbu \el das liegt auf der Hand\elinden geleni yapmak alles tun, was in seiner Macht steht, sein Bestes geben\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können3) ( iskambilde)iyi bir \eli olmak ein gutes Blatt (auf der Hand) haben2. s\el için çukur [o kuyu] kazan, kendisi içine düşer ( prov) wer andern eine Grube gräbt, fällt selbst hinein\el kazanıyla aş kaynatmak ( fig) sich mit fremden Federn schmücken -
11 machen
machen ['maxən]I vt1) ( tun) yapmak, etmek;eine Bemerkung \machen bir söz etmek;einen Spaziergang \machen gezinti yapmak, yürüyüşe çıkmak;er macht mir den Garten benim için bahçeyi yapıyor; ( Kräuter) ufalamak;ich will es kurz \machen kısa keseceğim;wird gemacht! yapılacak!;gut gemacht! iyi yaptın!;ein Spiel \machen maç yapmakdas lässt sich \machen bu yapılabilir;was soll man \machen? ne yapalım?;da ist nichts zu \machen yapılacak bir şey yok;was \machen Sie beruflich? meslek olarak ne yapıyorsunuz?;was macht dein Bruder? ağabeyin [o erkek kardeşin] ne yapıyor?;lass mich nur \machen! bırak da ben yapayım!;mach's gut! ( fam) ( Abschiedsgruß) eyvallah!;warum lässt du das mit dir \machen? niçin bunu kendine yaptırtıyorsun?;ins Bett/in die Hose \machen ( fam) yatağa/donuna yapmakein Foto \machen fotoğraf çekmek;sie ließ sich beim Friseur/von einer Freundin die Haare \machen kuaföre/kız arkadaşına saçlarını yaptırdı;dafür ist er wie gemacht onun için biçilmiş kaftan3) ( Lärm) yapmak;Eindruck \machen izlenim bırakmak;einen Fleck auf etw \machen bir şeyin üzerini leke etmek;macht nichts! ( fam) ziyanı yok!, fark etmez!;was macht das schon? bu ne fark eder ki?das macht mich nervös/verrückt bu beni sinir/deli ediyor;jdm etw leicht \machen birine bir şeyde kolaylık göstermek;jdm das Leben zur Hölle \machen birinin hayatını zehir etmek;Joggen macht fit jogging insanı zindeleştirirwas macht das? bu, ne tutuyor?das macht zusammen 14 bunlar, birlikte 14 eder, hepsi 14 ederII vrsich \machensich hübsch \machen süslenmek;sich lächerlich \machen maskara olmak, kendini gülünç duruma düşürmek;sich beliebt \machen kendini sevdirmek ( bei -e);sich verständlich \machen derdini anlatmak;\machen Sie sich's bequem! rahatınıza bakın!3) ( passen)sich gut \machen iyi durmak4) ( beginnen)sich an die Arbeit \machen iş başı yapmak;sich auf den Weg \machen yola koyulmak5) ( sich bereiten)\machen Sie sich nur keine Umstände wegen mir! benim yüzümden zahmet etmeyiniz!;6) ( fam)sie macht sich nichts aus Eis dondurmadan hoşlanmaz -
12 halten
halten <hält, hielt, gehalten> ['haltən]I vi2) ( festsitzen) tutmak3) ( widerstandsfähig sein) dayanıklı olmak, sağlam olmak;Sport hält jung spor insanı genç tutarzu jdm \halten birini tutmakII vt1) (fest\halten) tutmak;die Beine ins Wasser \halten bacaklarını suya tutmak;etw offen \halten (a. fig) bir şeyi açık tutmak;halt den Mund! ( fam) çeneni tut!2) (zurück\halten) tutmak (auf\halten); durdurmak; sport tutmak3) ( besitzen) sahip olmak (-e)ein Land besetzt \halten bir ülkeyi işgal altında tutmaksein Wort \halten sözünü tutmak, sözünde durmak;was man verspricht, muss man auch \halten verilen söz tutulur6) ( gestalten)das Zimmer ganz in Weiß \halten odayı bembeyaz yapmak7) ( erachten)etw/jdn für etw \halten bir şeyi/kimseyi bir şey sanmak;jdn für blöd \halten birini enayi yerine koymak;etw für gut/richtig \halten bir şeyi iyi/doğru bulmak;ich halte ihn für ziemlich intelligent onun oldukça zeki olduğunu sanıyorum;viel/nichts von jdm \halten birini gözü çok tutmak/hiç tutmamak;wofür \halten Sie mich? beni ne sanıyorsunuz?;was \halten Sie davon? buna ne diyorsunuz?III vrsich \halten2) ( sich orientieren) tutmak (an -);\halten Sie sich links/Richtung Norden solu/kuzey yönünü tutunuz;sich an die Regeln \halten kurallara uymak3) (fest\halten) tutunmak; (sich aufrecht \halten) kendini dik tutmak;sich auf den Beinen \halten kendini ayakta tutmak -
13 führen
führen ['fy:rən]I viX führt 1:0 ( gegen Y) X (Y'e karşı) 1:0 iler(i) de;mit großem Abstand \führen açık farkla önde olmak2) ( verlaufen) gitmek;diese Straße führt nach Münster bu yol Münster'e gider3) ( ergeben) yol açmak (zu -e), olmak (zu -);das führt doch zu nichts bu hiç de bir şey getirmez;das führt zu weit bu fazla olurII vtsie \führen ein friedliches Miteinander kavgasız yaşıyorlar, kavgasız gürültüsüz bir arada hayat sürüyorlar4) ( hinbewegen) götürmek (zu/in -e/-e);in den Ruin \führen yıkıma yol açmak;etw mit sich dat \führen bir şeyi yanında taşımakProtokoll \führen zabıt tutmak, tutanak düzenlemek7) ( Waren) satmak8) ( Gespräch) yapmak;Verhandlungen \führen görüşme yapmak;( bei etwas) Regie \führen bir şeyin rejisini yapmak, bir şeyi yönetmekIII vrsich \führen ( sich benehmen) davranışta bulunmak -
14 ставить
несов.; сов. - поста́вить1) dikmek; oturtmak; koymakста́вить столб — bir direk dikmek
ста́вить свечу́ / све́чку — тж. перен. bir mum dikmek
ста́вить ва́зу на стол — vazoyu masaya oturtmak
ста́вить кни́ги на по́лку — kitapları rafa sıralamak
2) koymakста́вить кого-л. к станку́ — tezgah başına koymak
ста́вить часовы́х — nöbetçi dikmek / koymak
ста́вить кого-л. на коле́ни — тж. перен. birine diz çöktürmek
их поста́вили в ряд — onlar sıraya dizdiler
3) разг. koymak, getirmekкого́ поста́вим на э́ту рабо́ту? — bu işe kimi koyalım?
его́ поста́вили дире́ктором — onu müdür koydular
поста́вить кого-л. во главе́ организа́ции — örgütün başına geçirmek
поста́вить кого-л. у вла́сти — iktidara / işbaşına getirmek / geçirmek
он поста́влен на ва́жный пост — önemli bir mevkiye getirildi
4) koymak; bırakmakста́вить ве́щи на ме́сто — eşyaları yerli yerine koymak
ста́вить что-л. на о́го́нь — ateşe koymak / sürmek / vurmak
ста́вить маши́ну перед до́мом — arabayı evin önünde bırakmak
поста́вить ча́йник? — çaydanlığı oturtayım mı?
5) kurmak, tesis etmek; dikmek; yerleştirmekим поста́влен па́мятник — onların adına bir anıt dikilmişti
ста́вить высоково́льтную ли́нию — bir yüksek gerilim hattı kurmak
ме́жду дома́ми поста́вили забо́р — evlerin arasına tahta duvar çekildi
6) koymak; vurmak; çekmekста́вить компре́сс — kompres koymak
ста́вить ба́нки — şişe / vantuz çekmek
ста́вить запла́ты — yama vurmak
ста́вить клеймо́ — damga vurmak
ста́вить подкла́дку на что-л. — bir şeye astar geçirmek, bir şeyi astarlamak
7) koymakста́вить зна́ки препина́ния — noktalama işaretlerini koymak, noktalamak
поста́вь свою́ по́дпись и да́ту — imzanı ve tarihi koy
каку́ю отме́тку тебе́ поста́вили? — sana ne not verdiler?
8) ( делать ставку) ortaya koymak / sürmek; (üzerine) oynamak тж. перен.ста́вить не на ту ло́шадь — перен. yanlış ata oynamak
ста́влю де́сять про́тив одного́, что... — bire karşı on ortaya koyarım ki...
ста́вить предложе́ние на голосова́ние — öneriyi oya koymak
э́то ста́вит нас перед сло́жной пробле́мой — bu, bizi karmaşık bir sorunla karşı karşıya getiriyor
вопро́с до́лжен быть поста́влен ина́че — sorun başka bir biçimde ortaya konulmalıdır
поста́вить себе́ цель... —...mayı amaç edinmek
ста́вить усло́вие — bir koşul / şart koşmak / koymak
жизнь ста́вит но́вые пробле́мы — hayat yeni sorunlar getiriyor
план ста́вит перед на́ми сле́дующие зада́чи — plan bize şu görevleri yükler
вопро́с, поста́вленный на обсужде́ние — tartışmaya sunulan sorun
10) sahnelemek, sahneye koymak; yapmak; örgütlemekста́вить "Га́млета" — "Hamlet"i sahnelemek
фильм поста́влен по рома́ну Го́рького — filim Gorki'nin bir romanından uyarlandı
кто поста́вил э́тот та́нец? — bu dansı kim sahneye koydu?
ста́вить о́пыты — deneyler yapmak
11) sokmak, düşürmekста́вить кого-л. в тру́дное положе́ние — zor duruma sokmak / düşürmek
ста́вить что-л. вне зако́на — yasa dışı etmek
ста́вить что-л. под контро́ль — denetim altına sokmak / almak
э́то ста́вило эконо́мику страны́ в зави́симое положе́ние — bu, ülkenin ekonomisini bağımlı bir hale getiriyordu
12) в соч.что ему́ ста́вят в вину́? — onu neyle / ne yapmakla suçluyorlar?
••ста́вить часы́ — saati ayar etmek
ста́вить реко́рд — rekor kurmak
ста́вить что-л. вы́ше всего́ — herşeyin üstünde tutmak
поста́вить что-л. на про́чную осно́ву — sağlam bir temele oturtmak
поста́вить что-л. под уда́р — tehlikeye düşürmek
он тебя́ ни во что́ не ста́вит — seni hiçe sayar
ста́вить что-л. в пове́стку дня — gündeme getirmek
поста́вь себя́ на на́ше ме́сто — kendini bizim yerimize koy
поста́вь (каку́ю-нибудь) другу́ю пласти́нку — başka bir plak çal / koy
-
15 leisten
-
16 setzen
setzen ['zɛtsən]I vtetw auf die Tagesordnung/in die Zeitung \setzen bir şeyi gündeme/gazeteye koymak;etw an den Mund \setzen bir şeyi ağzına koymak;ein Kind in die Welt \setzen ( fam) dünyaya bir çocuk getirmek2) ( Pflanze) dikmek5) typo dizmekgleich setzt es was! ( fam) şimdi bir tane yersin!II vrsich \setzen1) ( Person) oturmak;bitte, \setzen Sie sich! lütfen oturunuz!2) ( Flüssigkeit) durulmak; ( Staub) konmak (in/auf -e/üstüne); ( Geruch) sinmek (in/auf içine/üstüne)3) ( beginnen)sich an etw \setzen bir şeyin başına oturmakIII vi1) ( im Spiel) (ortaya) koymak2) ( überqueren)über etw \setzen geçmek -
17 показывать
несов.; сов. - показа́ть1) врз göstermekпоказа́ть ребёнка врачу́ — çocuğu doktora muayene ettirmek
пока́зывать кому-л. го́род — birine şehri göstermek / gezdirmek
пока́зывать фильм — filim göstermek
пока́зывать кому-л. доро́гу — birine yolu göstermek
пока́зывать глаза́ми что-л. — gözleriyle bir şeyi göstermek / işaret etmek
2) ( изображать) göstermek, sergilemek, gözler önüne sermekа́втор пока́зывает жизнь дере́вни — yazar köyün hayatını sergiliyor / gözler önüne seriyor
3) ( проявить) göstermek, ortaya koymakпока́зывать хра́брость — yiğitlik göstermek
показа́ть своё полити́ческое лицо́ — kendi siyasi kişiliğini ortaya koymak
4) (обнаружить, раскрыть) göstermek, sergilemek; ortaya koymakпока́зывать оши́бочность чего-л. — bir şeyin yanlışlığını sergilemek / gösterme
не пока́зывать свои́х чувств — duygularını belli etmemek / dışa vurmamak
вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)
перегово́ры показа́ли, что... — görüşmeler... gösterdi / ortaya koydu
кома́нда показа́ла хоро́ший футбо́л — takım iyi bir futbol çıkardı / ortaya koydu
5) ( об измерительных приборах) göstermeчасы́ пока́зывали три — saat üçü gösteriyordu
6) ( давать результаты) derece yapmakпоказа́ть результа́т 18 ме́тров — спорт. 18 metrelik derece yapmak
что́бы показа́ть хоро́ший результа́т в кома́ндном зачёте... — takım tasnifinde iyi bir dereceye gitmek için...
пока́занная им сре́дняя ско́рость — kaydettiği vasati sürat
на стометро́вке он показа́л (результа́т) 11 секу́нд — yüz metrede 11 saniyelik derece yaptı
я тебе́ покажу́! — разг. gösteririm / öğretirim sana!
вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)
7) ( давать показания) ifade vermek; tanıklık etmekкак показа́л свиде́тель,... — tanığın verdiği ifadeye göre
он показа́л на тебя́ — senin aleyhine tanıklık / şahadet etti
••показа́ть себя́ — kendini göstermek
показа́ть язы́к — dil çıkarmak
проти́вник показа́л спи́ну — düşman yüz geri etti
-
18 tun
tun <tut, tat, getan> [tu:n]I vi, vt yapmak, etmek;etw aus Liebe/aus Neid \tun bir şeyi sevgiden/kıskançlıktan yapmak;Wichtigeres zu \tun haben, als......den önemli yapacak işi olmak;ich habe mein Bestes getan elimden geleni yaptım;ich habe noch zu \tun yapılacak daha işim var;damit ist es nicht getan bununla bitmedi;das ist leichter gesagt als getan dile kolay;sie hat nichts zu \tun yapacak hiçbir işi yok, işi gücü yok;du kannst \tun und lassen, was du willst istediğini yapabilirsin;was kann ich für Sie \tun? sizin için ne yapabilirim?;wir haben getan, was wir konnten yapabileceğimizi yaptık;so etwas tut man nicht! böyle şey yapılmaz!;tu, was du nicht lassen kannst! ( fam) yapacağını yap!;das tut nichts zur Sache ( fam) bu olayı değiştirmez;hat er dir was getan? sana bir şey yaptı mı?;der Hund tut nichts ( fam) köpek bir şey yapmaz;tu mir doch den Gefallen und... bana bir iyilik yap da...;er bekam es mit der Angst zu \tun korkmaya başladı;nach getaner Arbeit iş bittikten sonra;damit habe ich nichts zu \tun bununla hiç bir ilgim yok;ich will mit ihm nichts mehr zu \tun haben onunla alıp vereceğim kalmadı artık;so \tun, als ob...... imiş gibi yapmak;tu doch nicht so! ( fam) numara yapma!;du tätest gut daran, zu schweigen susmakla iyi edersintu es in den Schrank! onu dolaba koy!III vrsich \tun;es tut sich etwas ( fam) bir şeyler oluyor -
19 ضم
Iضَمّ1. bireşim2. eklentiAnlamı: ek durumunda bulunan parça3. entegrasyonAnlamı: bütünleşme, birleşme4. ilhakAnlamı: katma, ekleme5. katmaAnlamı: katmak işi, ilhak6. terkipAnlamı: birleşim, bileştirme7. bileşimIIضَمَّ1. kaplamakAnlamı: bir kabın, bir kılıfın, bir örtünün içine almak2. çatmak3. genellemekAnlamı: tamim etmek4. içermekAnlamı: kapsamak, içine almak5. eklemekAnlamı: bir şeyi ilâve ile tamamlamak, ulamak6. katmak7. kapsamakAnlamı: içine almak8. ulamakAnlamı: eklemek, katmak9. bileştirmekAnlamı: bileşmesini sağlamak -
20 sırf
bloß, nur\sırf meraktan aus bloßer Neugierbir şeyi \sırf hatır için yapmak etw aus reiner Gefälligkeit tunbir şeyi \sırf kötülük etmek için yapmak etw aus lauter Bosheit tun
См. также в других словарях:
yapmak — i, ar 1) Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır. Ç. Altan 2) nsz Olmasına yol açmak Durgun sular sıtma yapar. 3) nsz Yol almak 4) Onarmak, tamir etmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
abone etmek (veya yapmak) — bir şeyi belli bir süre için almasını sağlamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
başına dert etmek (veya açmak) — bir şeyi üzüntü konusu yapmak Giderayak başımıza yeni bir dert açmayasın! A. İlhan … Çağatay Osmanlı Sözlük
leke etmek (veya yapmak) — (bir şeyi) lekelemek Çocuk giysisini leke etmiş … Çağatay Osmanlı Sözlük
öncelemek — i 1) Bir şeyi önceden yapmak, geri bırakmamak, öne almak, takdim etmek 2) Tanıtmak, yönlendirmek amacıyla överek öne çıkarmak, lanse etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
özen göstermek — bir şeyi özenerek elden geldiğince iyi olmasına gayret ederek yapmak, itina etmek Çay bitmesin diye yudum yudum içmeye büyük özen gösterirler. S. Birsel … Çağatay Osmanlı Sözlük
İFTİAL — Bir şeyi iş edinmek. Kendiliğinden yapmak. * Arabçada beş harfli fiilin birinci babı. * Yalan düzmek, iftira etmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
dökmek — i, er 1) Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak İhtiyar karısı pırıl pırıl kalaylı maşrapa ile ona su dökecek. S. F. Abasıyanık 2) Belli bir yere boşaltmak Sigara tablasını dökmek. 3) Akıtmak, düşürmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bağlamak — i, e 1) Bir şeyi bir yere veya bir şeye tutturmak Gemiyi iskeleye bağlamak. 2) Düğümlemek İpi ipe bağlamak. 3) i Yara ilaç koyup bezle sarmak Yarayı bağlamak. 4) i Denk yapmak, paket yapmak Yatakları bağlamak. Eşyayı bağlamak. 5) nsz Oluşmak,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
geçirmek — i 1) Geçme işini yaptırmak, geçmesini sağlamak 2) e Bir şeyi bir yandan öbür yana götürmek Kalanımızı peşine takarak Murat suyunun karşı kıyısına geçirdi. K. Bilbaşar 3) i, e Bir şeyi bir yerden başka yere taşımak, nakletmek Odanın eşyasını öbür… … Çağatay Osmanlı Sözlük
vurmak — e, ur 1) Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2) i Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara… … Çağatay Osmanlı Sözlük